7 Temmuz 2025 Pazartesi
SEVGİLİYE MEKTUP
SEVGİLİYE MEKTUP 2025
-Altıncı ölüm yıl dönümü münasebetiyle-
Rüştü KAM
31 Mayıs 2025
Canım Sevgilim…
Sana hâlâ mektuplar yazıyorum. içimi döküyorum.
Çünkü ben inanıyorum ki: Sen bir yerlerdesin, ve duyuyorsun beni. Hissediyorum.
Güzelim ben seni hiç eksiltmedim. Bahçedesin… çaydasın… çocuklardasın… kitapların satır aralarındasın… Ellerimi açıp dua ettiğim her anımdasın…
Velhasıl her yerdesin.
Kalbime emanet ettiğin o büyük sevdayla beraberim…Ama çok özledim seni be güzelim.
Gülüm,
Bizlere veda edip gidişinin üzerinden ne kadar yıl geçti, bilmiyorum.
Sen yoksun ve hayat devam ediyor.
Zaman tutmayı bıraktım.
Takvimlerin ne anlamı var ki, sen yokken?
Yıllar geçip gidiyor işte…
Ama bazı anlar var ki, unutulmuyor.
Bazı günler, takvimden silinmiyor.
Bak işte…
Sen gideli tam altı yıl olmuş.
8 Temmuz 2019.
O sabah benim için hayat ikiye ayrıldı:
Seninle olan ve sensiz kalan…
İnsan başta anlamıyor, zamanın, birini değil, kendini götürdüğünü...
Sesin azalmaya başlıyor önce, sonra adımların unutuluyor evin içinde.
Kahvaltı sessizleşiyor.
Perdeler bile farklı dalgalanıyor.
Ama yine de alışılmıyor be gülüm.
Ne adını unutturuyor zaman, ne varlığını silebiliyor.
Sen gittin ama bir yanım hâlâ senin yanında duruyor.
Gün geliyor gülüşün, bey deyişin düşüyor aklıma, içim ısınıyor.
Gün geliyor sessizce bir dua oluyorsun dudaklarımda, yüzüm düşüyor.
Ama her hâlükârda, varsın be Gölüm.
Bu hayattan çekilmiş olabilirsin ama benden çekilmedin.
Sen benim tamamlayamadığım cümlemsin.
Yarım kalan şiirimsin.
Eksik ama güzel kalan her şeyde seni görüyorum.
Unutulmadın.
Unutulmayacaksın da.
Güzelim ruhun şâd olsun.
Dışarıdan bakıldığında her şey sorunsuz gibi görünüyor …
İşler, sorumluluklar, dernekler, belgeler, oradan oraya koşturmalar…
Ama içinde Sen olmayınca, hiçbir şey tam olmuyor.
Bir yanım hep eksik. Hep suskun.
Zaman buldukça, senin çok sevdiğin o bahçeye gidiyorum;
Hani, birlikte çimenlerin üzerine oturup, çay içmeyi hayal ettiğimiz o bahçeye.
Evet evet, lavanta kokulu o yeşil bahçemize…
Orada sessizliğe gömülüyorum.
Adımlarımı dikkatle atıyorum.
Seni incitmekten korkuyorum.
Sanki toprağın her karışında senin izlerin var.
Rüzgâr bile senden bir parça taşıyor. Alıyorum rayihanı.
Bugün de oraya gideceğim, bugün 8 Temmuz, Senin hatırana hayır dağıtacağım komşulara.
Her sene yapıyorum bunu. Biliyorum ki; haberdarsındır. Onların duası ulaşıyordur sana.
Ama, Zülfikâr’ımızı her zaman götüremiyorum bahçeye.
“Orası bana iyi gelmiyor” diyor.
Senden sonra iyice içine kapandı. Çok suskun…
“Annemin hatıraları var orada, ağır geliyor bana…” diyor.
Ben de sadece başımı sallayabiliyorum.
Ne diyebilirim ki?
Ne desem eksik kalıyor zaten…
Sen bilirsin onu; her şeyi içine atar.
Senin eksikliğinin ecel ile ilgili olduğunu…O, benden daha iyi biliyor bunu sen de biliyorsun.
Ama ben ona eceli anlatacak kelime bulamıyorum.
Yok ki bulayım…
Güzelim,
Hani yıllardır bir kenara iliştirdiğim o hatıralarım vardı ya…
Sen bana hep “Bunları kitaplaştır” der dururdun.
Ben de “Olur inşallah” der ve geçiştirirdim ya…
Gözün aydın, o iş oldu.
Toparladım o hatıraları.
Kitap yaptım. Hem de 500 sayfa.
Adını çocuklar koydu:
“Bir Hezarfenin Sergüzeşti – Kolak Köyü’nden Berlin’e”
Hoşuna gitti biliyorum…
Gülüyorsun şu an. Hem de gözlerinin içiyle.
Keşke sen de burada olsaydın be güzelim…
Sana da bir kitap imzalasaydım.
O sayfaya adını yazsaydım, göz göze…
Dur, dur bitmedi, bir müjdem daha var; bir de o eski “Dini Bilgiler” kitabım vardı ya…
Onu da güncelledim. 600 sayfa oldu.
Yeni neslin anlayacağı, sade ve açık bir dille yazdım.
Onun adını da çocuklar koydu:
“Modern Dinî Kılavuz – Gelenek ve Modernite Arasında Kalmışlar İçin”
İki kitabı da sana ve anne-babama ithaf ettim.
Niğmet kızımızla birlikte tashih ettik.
Onun da sana selamı var. Hakikatli kızdır Niğmet.
Zaten son Paris gezisinde beraberdiniz onunla…
Bak güzelim, sıkı dur şimdi.
Çok önemli bir haberim daha var. Dur çekiştirip durma, söyleyeceğim işte.
Azıcık sabret. Acelen ne?
Çocuklarımızın, çocuklarımızın ikincisi de evlendirdim…
Evet, inanmayacaksın ama Dilruba da evlendi.
Doğru söylüyorum. Vallahi evlendi. Bembeyaz gelinliğiyle Melekler gibiydi.
Bak şimdi, şimdi ağlamanın sırası mı?
Yani güzelim… ağlayasın diye yazmadım ben bunları.
Hayalin gerçek oldu diye yazıyorum.
Sevinç gözyaşları onlar, biliyorum elbet.
Şimdi de kiminle diye soracaksın, dur, sormadan hemen söyleyeyim;
Eritreli bir delikanlıyla evlendi.
Çok iyi anlaşıyorlar.
Allah muhabbetlerini daim kılsın.
Sen şimdi “Eritre nere, Berlin nere?” diyorsun.
Kader ağını öyle kurmuş ne yapabiliriz ki güzelim…
“Kaderin üzerinde kader var.”
Bana da yalnızca hayırlı olsun demek düştü.
Evet…
Hayat, ailemizi garip bir şekilde genişletti.
Biz Denizli’den Almanya’ya…
Çocuklar da Mardin’den Eritre’ye uzandılar.
Bakalım Zülfikar’ımız bizi daha nerelere götürecek.
Bir de onu baş göz edebilseydim…Sen de hep onu düşünürdün, bilmez miyim.
Dur bakalım, bir gün o da olur inşallah.
Kader, yollarımızı ilmek ilmek dokuyor; farkında bile olmuyoruz.
Ben bazen susuyorum, bazen sadece izliyorum.
Elimden geleni yapıyorum: Dua ediyorum, çabalıyorum, sabrediyorum.
Ama yoruldum be güzelim... Hem de çok yoruldum.
Sensiz olmuyor işte.
Senin yerin dolmuyor işte, bunu herkes bilir.
Eksiklerim oldu elbet… ama sevgim hiç eksilmedi be Gülüm.
Bir görseydin çocuklarımız ne kadar mutluydu. Birlikte yaşamın ilk adımını atıyorlardı.
Gözlerinde huzur vardı, sevinç vardı.
Gülüşleriyle dünyam aydınlandı.
Ve ben onlara baktıkça seni gördüm…
Sanki senin sıcaklığını taşıyorlardı,
Sanki senin yarım kalan cümlelerini tamamlıyorlardı.
Anne sevgisi başka bir şeymiş.
Ben babalık ettim, ettim ama anne şefkatiyle saramadım ki onları.
Yine de elimden gelenin en iyisini yaptım elbet.
Bazen sakince bekledim, bazen içimden taşanlarla sustum.
Ama hep dua ettim:
Sana, çocuklara, bize...
Dilruba’nın düğününü,
senin çok sevdiğin, ama bir türlü doya doya oturup tadını çıkaramadığımız o bahçede yaptık.
İnan, her şey tam senin hayal ettiğin gibiydi.
Aile arasında, sade ve sıcak bir düğün oldu.
Zaten Dilruba da öyle istedi.
Hatta, kına bile yapmadı. “Annem olmayınca kına benim neyime,” dedi…
Senin öğrencilerin de oradaydı. Onları öyle toplu halde görünce, aralarında seni görür gibi oldum.
Oğlan evi de Frankfurt’ta düğün yaptı. Oraya da gittik.
O da çok güzel geçti. Çifte düğün oldu.
Kızımız mutluydu. Hem de çok.
Ailesi de iyi bir aileye benziyor.
Damadın da babası vefat etmiş… Allah rahmet eylesin.
Nikâhı yine Ömer Hoca kıydı. Sağ olsun, kırmadı bizi.
Ben konuşma yapacaktım.
Ama… yapamadım.
Sesim titredi.
Kelimeler içime oturdu.
Boğazım düğümlendi.
O yüzden konuşma metnini Hureyre’ye verdim.
Zaten yapamayacağımı bildiğim için önceden söylemiştim ona.
O da çok güzel okudu. Maşallah.
Duyguyu, olduğu gibi aktardı.
Ben onu dinlerken sadece sana baktım…
Elini tuttum. Dizimin üzerine koydum.
Ve yine, “Keşke,” dedim.
Sonsuz bir keşke daha…
O konuşmayı ikimizin adına yazdım elbet.
Bakalım sen beğenecek misin?..
Değerli dostlar, kıymetli misafirler,
Hepiniz hoş geldiniz. Her birinize yürekten sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum.
Bugün, hayatımın en özel ve en anlamlı günlerinden birini yaşıyorum.
Ve sizler, bu ana şahitlik ediyorsunuz.
Kalbimde hem tarifsiz bir sevinç var hem de derin bir hüzün.
Çünkü insan, en mutlu anlarında bile, bazen içinde bir burkulma hisseder.
Bugün, biricik kızımı… gözümün nurunu, yıllarca sevgiyle, el bebek gül bebek büyüttüğüm yavrumu, kendi elleriyle kuracağı, büyüteceği, yeşerteceği yuvasına uğurluyorum.
Evlat sahibi olunca daha iyi anlıyor insan; zaman ne kadar da hızlı geçiyormuş…
Daha dün, minicik ellerinden tutup okula götürüyorduk onu.
Pencereden bakıp, sırtında o ağır çantasıyla nasıl paytak paytak yürüdüğünü izliyorduk.
İşte o çocuk… bugün gelinliğiyle yepyeni bir hayata adım atıyor. O bizim kızımız Dilruba.
Biz onunla birlikte uzun bir yol yürüdük.
Bazen yan yana, bazen uzaktan…
Ama hep kalbimizin tam ortasındaydı.
Şimdi o yol başka bir yöne doğru kıvrılıyor.
Bu bir ayrılık değil; hayat dediğimiz uzun hikâyede yeni bir sayfa, yeni bir başlangıç.
O iyi bir kızdır. Hem de çok iyi. Onu annesi yetiştirdi.
Vefalıdır, merhametlidir, yüreği geniştir, bulunduğu meclise güneş gibi doğuverir.
Bu güzel hasletlerinin çoğunu annesinden almıştır.
O vefakâr kadından…
O cefakâr anneden…
Bugün aramızda yok o.
Ama biliyorum ki, işte oralardan bir yerlerden bizi seyrediyordur.
O kızını yalnız bırakmaz. Kızının gelinliğine, mutluluğuna, yüzündeki gülümsemeye tanıklık ediyordur.
Rabbim Fatmana’mın o güzel insanın mekânını cennet eylesin.
Hatırasını yüreğimizde daim kılsın.
Güzel kızım, kıymetlim,
Bil ki biz her zaman seninleydik…
Bundan sonra da hep seninle olacağız.
Sakın üzülme ve korkma, aradığın zaman o bıraktığın yerde seni bekliyor olacağız.
Sevgili kızım,
Gözümün nuru yavrum,
Sana nasihatim var, az kulak veresin:
Artık sen bir evin hanımı, başka bir ömrün yoldaşısın.
Şunu hiç unutma: Yuva dört duvarla kurulmaz.
Yuva; anlayışla kurulur… ama sevgiyle, sabırla ve emekle büyür.
Ve ancak böyle ayakta kalır.
Her evde zaman zaman rüzgârlar eser; bazen hafif bir esintiyle serinletir, bazen de sert bir uğultuyla savurur.
Ama mühim olan, o rüzgârı fırtınaya çevirmemektir.
Evlilik, inatla değil; sevgiyle, saygıyla yürür.
Hayat, şikâyetle değil; şefkatle güzelleşir.
Eşin artık senin kader arkadaşın…
Ona karşı nazın da olsun, vefan da.
Güzel kızım,
Eşine karşı sesin değil, kalbin yükselsin.
Eşinin annesi senin de annen olsun,
babası senin de baban…
Onları dışlama ki, sen de dışlanmayasın.
Adaletli ol.
Haksızlık etme.
Ama haksızlık karşısında da susma.
Sevgili İbrahim,
Bugünden itibaren sen de artık benim bir evlâdımsın.
Üçüncü oğlumsun.
Sana yalnızca bir kız evlât vermiyoruz biz…
Sana bir ömrün hatırasını, yılların emeğini,
bir annenin duasını ve bir babanın kalbini emanet ediyoruz.
O bizim kıymetlimizdir.
Onun bir damla gözyaşına dünyaları değişmeyiz.
O bizim sevinç kaynağımız, içimizdeki neşedir.
Onun neşesi sönmesin… ışığı eksilmesin. Aman ha dikkat edesin.
Onu sev, koru, gözet ki…
Sen de sevilesin, gözetilesin.
Sadece gülüşünde değil, sessizliğinde de, gözyaşında da yanında ol.
Unutma oğlum, evlilik sadece güzel anları paylaşmak değildir.
Zorlukları birlikte omuzlamaktır.
Nikâh masasında verdiğin o sözü daima hatırla:
“İyi günde, kötü günde birlikte olacağız.”
Bu bir vaat değil…
Bu, bir namus sözüdür.
Bu, birlikte yürünmesi gereken bir yoldur artık.
Bir yuvayı ayakta tutan beş temel esas vardır unutmayasın:
Sevgi,
Saygı,
Sadakat,
Sabır ve
Emek.
Artık “ben” değilsiniz bundan sonra, “biz”siniz.
Bu yuvayı birlikte kurdunuz.
Birlikte büyütecek, birlikte yeşerteceksiniz.
Ve meyvesini birlikte toplayacaksınız.
Sevgili oğlum,
Hata yapmaktan korkmayın.
İnsanız, elbet hata yaparız.
Ama hatada ısrar etmeyesin.
Birbirinize gönül koyabilirsiniz, bu insani bir şeydir.
Ama sakın gönül yıkan olmayasın.
Birbirinizin eksiğini tamamlayın, fazlalıklarınızla övünmeyin.
Ne yaşarsanız yaşayın, ne olursa olsun, birbirinizin elini sakın bırakmayın!
Kalbiniz, birbirine daima sevgi ve saygı sinyalleri göndersin.
Yüzünüzü birbirinizden asla çevirmeyin.
Çünkü bu hayat; "keşke"lerle oyalanacak kadar uzun değildir.
Güzel Mevla’m;
Yuvanıza huzur, gönlünüze muhabbet, ömrünüze bereket versin.
Ayağınıza taş değdirmesin. Kazancınız helal, rızkınız bol ve bereketli olsun.
Kötülerle ve kötülüklerle karşılaştırmasın; iyilerle, iyiliklerle yolunuzu kesiştirsin.
Çocuklarınız evinizin neşesi, kalbinizin armağanı olsun.
Mevla’m onları korusun, gözetsin, yolundan ayırmasın.
Sizlere, bir ömür boyu O’nun yolunda yürüyen gerçek birer kul ve birbirine sadık eşler olmayı nasip etsin.
Bu özel ve güzel günde, aramızda olmasa da yüreğimizde her daim yaşayan eşime, 46 yıl bu yollarda beraber yürüdüğümüz can yoldaşıma,
Rabbim’den rahmet diliyorum.
Bugün burada bizimle olan, bu sevince ortak olan herkese gönülden teşekkür ediyorum.
Ve şimdi…
Sizleri, eşimin ruhuna birer Fatiha okumaya davet ediyorum.
Canım sevgilim…
Yıllar geçti, acım dinmedi, yokluğun eksilmedi. Ama ben, senden öğrendiğim gibi, güçlü durmaya çalışıyorum.
Sen gittin ama ben seni bırakmadım.
Dualarıma kazıdım adını.
Çocuklarımızla, hatıralarınla, sevdanla yaşıyorum.
Ve şimdi, bu mektubu bitirirken sana bir teklifim var bilirim beni kıfrmazsın:
Senin o köşkünün bir köşesinde benim için de bir yer ayır.
Çünkü bir gün oraya geldiğimde, yine dizine başımı koymak isterim. Parmaklarını saçlarımın arasında usul usul gezdirmeni isterim.
Aynı köşkte. Aynı sessizlikte. Aynı muhabbetle.
Dünyada yarım kalan ne varsa, orada tamamlayalım isterim.
Ben yine sana kitaplarımı okuyayım, sen gözlerinle dinle isterim.
Ben yine sustuğumda, gözlerime bakıp bsni anlayıveresin isterim.
Çocuklarımız kendi yuvalarını kuruyorlar, zaman hızla akıyor…
Ama içimdeki sevda yerinde öylece duruyor.
Sen gittiğinden beri, kalbim hep bir yere bakıyor.
Oraya…Senin olduğun yere.
Sana…
Özlemle, inançla, sonsuz bir sadakatle…Ben bu dünyada neyi tamamladıysam, bir gün gelip onları sana anlatacağım.
O gün, yeniden “biz” olacağız.
Ve bu mektup da yarım kalmayacak.
46 yıl aynı sofrayı, aynı duayı, aynı suskunluğu paylaştığın eşin;
Rüştü KAM
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)